Anasayfa / Roman / Satranç

Satranç


Satranç, “İncecik bir kitaba, tarihin en büyük acılarını sığdırmak mümkün müdür?” sorusunun cevabı niteliğini taşıyor. Avusturyalı Yazar Stefan Zweig tarafından 1942 yılında kaleme alınan eser, sembolik ve özlü anlatımıyla II. Dünya Savaşı’nın tüm yıkıcılığını dile getiriyor.

Satranç, aynı adı aldığı tarihi oyunun sembolik ögelerini taşıyor. Savaş alanı ve birbirlerini akıl dolu hamlelerle yenmeye çalışan iki taraf… Kitabın olay örgüsü, bir gemide yapılan satranç düellosu etrafında şekilleniyor. Biri var olmak, diğeri ise yok olmamak için satranca sarılmış olan iki rakibin bu anlam dolu çekişmesinde, yakın tarihe dair derin izler bulacaksınız.

Nefes Kesici Bir Düelloya Hazır Olun!

Kitap, eserde adı belirtilmeyen baş karakterin New York’tan Buenos Aires’e giden bir gemiye binmesiyle başlıyor. Öykü boyunca anlatıcılık rolünü üstlenen baş karakter, dünya satranç şampiyonu Mirko Czentovic’in de gemide olduğunu öğreniyor. Onunla bir maç yapmak istiyor ancak Czentovic buna hiç de istekli görünmüyor.

Bunun üzerine baş karakter, onun dikkatini çekebilmek için McConnor adlı bir adamla satranç masasına oturuyor. Oyun yine de Czentovic’in dikkatini çekmeyi başaramıyor. En sonunda McConnor, Czentovic’e para karşılığı maç teklif ediyor. Ancak bu şekilde ikna edilebilen Czentovic, böylelikle masadaki yerini alıyor.

McConnor kaybedeceği bir hamle yapmak üzereyken, yabancı bir ses duruma müdahale ediyor. Kitapta Dr. B. adıyla verilen sesin sahibi, satrançtaki hünerini Czentovic’ten apayrı bir hikayeye borçlu olarak anlatılıyor. Kitabın gelişme bölümünün doruklarında, ikili arasında kıyasıya bir rekabet gelişiyor. Öyle ki iş artık, satrançtan ziyade savaşın acı bir temsiline dönüşüyor.

Satranç

Satranç Alıntıları


Suskunluğun siyah okyanusundaki cam fanuslu bir dalgıç gibi yaşıyordu insan, kendisini dış dünyaya bağlayan halatın kopmuş olduğunu ve o sessiz derinlikten hiçbir zaman yukarı çekilmeyeceğini ayrımsayan bir dalgıç gibi hatta.



Bütün yontulmamış varlıklarda olduğu gibi onda da gülünç bir kendini beğenmişlik vardı.



Bize hiçbir şey yapmadılar. Sadece bizi en mutlak anlamdaki hiçliğin içerisine yerleştirdiler, çünkü bilindiği gibi dünyada hiçbir şey insan ruhu üzerinde hiçlik kadar ağır baskı uygulayamaz.



Ama boşlukta, zamansızlıkta geçen bir dört ayın ne kadar sürdüğünü hiç kimse bir başkasına da kendisine de anlatamaz, ölçemez, gözünde canlandıramaz.



Muhtemelen kitabı hemen elime alıp okuduğumu düşüneceksiniz. Kesinlikle hayır! Önce bir kitabım olmasının sevincini yaşamak istiyordum.



Satrancın çekiciliği tek bir şeyden kaynaklanır; stratejinin farklı beyinlerde farklı biçimlerde gelişmesinden.



Dünyada hiç bir şey, insan üzerinde hiçlikten daha fazla baskı yapamaz..



Ancak her ne kadar maddeye bağlı değil gibi görünseler de, düşünceler bile bir dayanağa gereksinim duyarlar, aksi durumda öteye beriye çark etmeye ve anlamsız bir şekilde kendi etraflarında dönmeye başlarlar; düşünceler de hiçliği kaldıramaz.



İlgimi çeken, beni cezbeden tek şey meraktı, hücrede oynadığım şey satranç mıydı yoksa bir delilik miydi, o zaman sınırda mıydım yoksa çoktan o sınırı aşmış mıydım, sadece bunu bilmek istiyorum.



Yeryüzünde beni sorguya çekmeyen, bana acı vermeyen bir insan kalmış mıydı gerçekten?