Çehov bir taşra kasabasındaki akıl hastanesinde geçen bu novellasında, eğitimli bir hasta olan İvan Dmitriç ile Doktor Andrey Yefimıç arasındaki felsefi çatışmaya odaklanır. İvan Dmitriç maruz kaldıkları adaletsizliğe, içinde yaşamaya zorlandıkları berbat koşullara karşı çıkarken, Andrey Yefimıç bunları görmezden gelmekte ısrar eder ve durumu değiştirmek için kılını bile kıpırdatmaz. Doktor sonunda içine düştüğü “felsefi” yanılgının farkına vardığında ise artık iş işten geçmiştir. Altıncı Koğuş, Rusya’nın ve ülkenin sorunlarıyla ilgilenmek yerine onları uzaktan izlemeyi tercih eden elit Rus aydınının “deliliği”nin simgesidir adeta. Altıncı Koğuş, Russkaya Mısl dergisinin 1892 kasım sayısında yayımlandığında büyük ilgi görmüştü. Hatta Lenin’in de yapıtı okuduktan sonra dehşete kapıldığı, “Kendimi Altıncı Koğuş’a kapatılmış gibi hissettim” dediği rivayet edilir.
Ah dostum, bu evrensel delilikten, yeteneksizlikten, ahmaklıktan nasıl bıktığımı, sizinle her seferinde ne büyük bir keyifle sohbet ettiğimi bir bilseniz!
Acının ne demek olduğuna dair bir fikri yoktu, bu yüzden suçlu sayılamazdı.
Düşlerimde sık sık zeki insanlarla sohbet ederken görüyorum kendimi.
Tanrım, öbür dünyada cehennem gerçekten yok mu?
İnsanın huzuru ve memnuniyeti dışarıda değil, içindedir.
Asla hapishaneye düşmem ya da dilenci olmam demeyeceksin...
Kitaplar nota okumaya, konuşma ise şarkı sözüne benzer.
Acılarımızı ne diye hafifletecekmişiz? Birincisi, acıların insanı mükemmelliğe eriştirdiği söylenir.
Elimizin altında kitaplar var ama bu canlı bir sohbetin, karşılıklı ilişkinin yerini tutmuyor.
Mühim olanı, vicdanının temiz ve rahat olması idi.